İMRALI’YA DOĞRU KİMLİKLER GEÇİDİ
TBMM üyeleri İmralı’ya gitsin mi gitmesin mi? Akla zarar bir tartışma.
Çok değil 2 yıl önce İmralı’ya gitmek bir yana sözünü etmek ihanet sayılmaktaydı. Son genel seçim bu şeytanlaştırma üzerine kurgulanmıştı.
Kılıçdaroğlu seçilirse Demirtaş’ı serbest bıraktıracak diyenler bile çıkmıştı. Bugün gelinen noktada, böyle diyenler Demirtaş’ın özgürlüğüne kavuşturulması, TBMM heyetinin İmralı’ya gitmesi gerekliliğini vurgular oldular.
TBMM üyelerinin bebek katilinin ayağına gitmesine arka çıkanlar konusunda yargı Türk milletinindir.
Son günlerde açılım yanlısı olsun olmasın çoğu kimse söze Türkler, Kürtler, Araplar diyerek başlar oldu.
Arap unsurunun eklenmesi Osmanlıcı iktidarının etkisiyledir.
Daha da kötüsü bu adlandırmanın Cumhuriyetçiliğinden kuşku duyulmayacak kimseler arasında da yaygınlaşmakta oluşudur.
Onlardan birisi, bir gazeteci geçtiğimiz günlerde açılımdan kaygısını dile getirmek için “Kürtlere sesleniyorum” sözleriyle başlayan tümce kurdu.
Sayısını kestiremeyeceğim çoklukta yer vermişimdir yazılarımda.
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” (Mustafa Kemal Atatürk)
Kurucu partinin, bu söylemleri eleştirecek yerde el yükseltmesi de ayrı ve önemli sorunken bir kesimin “Kürt sorunu yok, Türk sorunu var” söylemi de bir o kadar tehlikeli ve kimlik siyaseti değirmenine su taşıyan nitelikte.
Geçenlerde kitap fuarında rastladım.
Bir yayınevinin sergisinde Lazları, Çerkesleri konu eden ve elbette kimlik siyasetine katkıda bulunması olası kitaplar en görünür yere konmuştu.
Diğer yandan, yine kimlik siyasetinin kaldıraç kolu olarak kullanılmaya aday mezhepsel söylemler de yükseliştedir.
Başka deyişle, kimlikler etnisite, din ve mezhep kimlik siyasetinin önde gelen kaldıraçlarına dönüştürülmüştür.
Bu tehlikeli kaldıraçları kullanma alışkanlığı olanlar biliniyor.
Dincisi, mezhepçisi, etnikçisi bu konuda kötü alışkanlık sahipleri olarak bilinir.
Üzücü ve şaşırtıcı olan kimlik siyaseti yanlılarının yerleştirmeye çalıştığı terminolojiyi kabullenmesidir.