ATATÜRK’Ü ANLAMAYA ÇALIŞMAK
Mustafa Kaymakçı
Tarih felsefesi tarihi kişiliği; ister materyalist, ister idealist okulu temsil etsin, hem içinden çıktığı toplumun ürünü, hem de toplumun kaderini etkileyen ve ona damgasını vurabilen kişilik olarak tanımlıyor.
Atatürk konusunda en ayrıntılı ve nitelikli biyografiyi kaleme alan Tek Adam’ın yazarı Şevket Süreyya Aydemir de, O’nun için; “Mustafa Kemal Atatürk de tarihi bir şahsiyettir. Bu şahsiyetin de tarihin akışında bir rolü vardır. Hem de içinden çıktığı Türk Toplumunun kaderine damgasını vuracak ve çağının olaylarına yön verecek kadar güçlü ve etkili bir rol. Bu bakımdan milletinin kaderine olan müdahalesi şüphe götürmez…”diyor.
Atatürk anti-emperyalist bir önderdi.
Atatürk,anti-emperyalist bir önder,Türk Kurtuluş Savaşı anti-emperyalist bir savaştı. Türkiye’de çağdaş bir devletin kurulmasına önderlik yapmanın yanı sıra çağımızın gelişmelerine müdahale ederek bütün sömürge, yarı sömürge ülkelerin milli kurtuluş hareketlerine de önder olmuştur.
Söz gelişi, 3 Ocak 1922’de; “….Bütün ezilen uluslar,ezenleri bir gün yok ederek ortadan kaldıracaklardır. O zaman dünya yüzünden ezen ve ezilen kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal duruma kavuşacaktır..”
ve
7 Temmuz 1922’de” “Türkiye’nin bu günkü savaşımı yalnız kendi adına ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve çabuk bitebilirdi. .. Çünkü savunduğu, bütün ezilen ulusların, bütün Doğu’nun davasıdır ve bunu sonuna getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Doğu uluslarının, beraber yürüyeceğinden emindir.” diyordu.
Atatürkçü İdeolojinin Öne Çıkan İlkeleri:Halkçılık ve Devletçilik
Atatürkçü, bir başka deyişle Kemalist ideolojinin özelliklerini, O’nun söylev ve eylemleri ile kurucusu olduğu Cumhuriyet Halk Fırkası (Partisinin) ilkelerine dayandırılarak yapılmasının gereği var.
Bu ilkeler bilindiği üzere Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Devletçilik, Laiklik ve İnkılâpçılık(Devrimcilik)tı.
Bu bağlamda, Atatürk’ün Türk toplumunu yeniden inşa etmede öngördüğü ilkeler içinde “Halkçılık”ı öne çıkarması özel bir önem taşımakta.
O, yaptığı çeşitli konuşmalarda; “Halk devrindeyiz, Halk Hükümetiyiz ve Halkçılık yapacağız” diyor ve Halkçılık’ı “sosyal nizamı emeğin hukukuna dayandıran sosyal meslek” şeklinde tanımlıyordu.
Atatürk ve arkadaşları kurtuluşu, Halkçılık’ta görüyorlardı.
Halkçılık, kapitalizme, ağa ve eşraf yönetimine karşı doğrudan doğruya çalışan sınıfların iktidarı ele alması demekti.
Diğer yandan, ekonomi tarihçileri, Atatürk döneminin ekonomi-politikalarının birbirini izleyen iki evrede farklı özelliklere sahip olduğunu bildiriyorlar.
1923-1929 yılları arasında açık ekonomi koşullarında yeniden inşa yaklaşımının egemen olduğu, ancak ekonomik hayatın denetiminin milli unsurlara geçmesini kolaylaştırıcı ve ılımlı korumacılığı öngören tezlerin öne çıkarıldığı gözlemleniyor.
Anılan evrede, yabancı sermayenin belirli koşullarda desteklenmesini öngören yaklaşımlar olmakla birlikte, demiryolları ve tütün rejisinin devletleştirilmesi göze çarpıyordu. Limanların ise devletin imtiyaz verdiği yerli şirketlerce işletilmesi yeğleniyordu.
1930–1939 evresinde ise ekonomi-politikaları bakımından iki belirleyici özelliğin; “korumacılık ve devletçiliğin öne çıktığı” görülüyordu.
Bu yönelişte,1930’lu yıllarda kapitalist dünya ekonomisinin yaşamakta olduğu büyük buhranın etkisi olduğu söylenebilir.
Anılan evrede, devletin tarım dışındaki üretken alanlarda asli yatırımcı üretici unsur olarak ortaya çıktığı, sözgelişi; demir ve deniz yolarında, belediye hizmetleri, enerjide, sanayi ve maden sektöründe, tarımsal alt yapı, sağlık ve eğitim gibi hizmetlerde egemen olduğu gözlemleniyor.
Devletin bu alanlardaki etkinlik ve yatırımları,1934 yılından itibaren Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı içinde programladığı biliniyor.
“Devletçilik” olarak nitelendirilen bu uygulamalar ile Türkiye’nin sanayileşmesi ve kalkınmasında başat rol oynamıştı.
Bununla birlikte, devletçilik uygulamalarının salt ekonomik alt yapıyı oluşturma etkinlikleri olarak görmenin eksik bir tanımlama olduğu, bu etkinliklerin aynı zamanda sosyal ve kültürel merkezler oluşturmada toplumun kalkındırılmasında önemli işlevler görmüştü.
Atatürk’e göre devletçilik;emperyalizmin müdahalesine karşı geliştirilmiş olan bir savunma sistemi olarak da algılanabilir.
Ulusal sanayiyi korumak ve Türk ekonomisini dış saldırılar karşısında canlı tutabilmek için devlet eliyle kalkınmak ve sanayileşmek hedeflenmiştir.
Atatürk Çağdaşlaşma Hedefini göstermişti
Atatürk, çağdaşlaşma hedefini göstermişti. Ancak batıcı değildi. Atatürk Dönemi’nde “Batıcılaşma” sözcüğü yerine “muasırlaşma, muasır medeniyet seviyesine ulaşma” gibi terimlerin tercih edildiği bilinmekte.
Bu terim, Atatürk’ün Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkartmak için yapmış olduğu devrim ve ilkelerinin tümü olarak tanımlanabilir.
Atatürk için çağdaşlaşmanın temel amacının, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar yaşayabilmesi için vazgeçilmez bir araç niteliğini taşıması olduğu söylenebilir.
Ona göre; “çağdaşlaşma olayı, bir batı taklitçiliği ya da Avrupa’ya benzeme özentisi değildir.Çağdaş medeniyetin ortağı olmak, bu medeniyetin bir bütün olarak algılanması ile olasıdır. Bu bağlamda çağdaşlaşmanın tek yolu, çağa egemen olan ve o dönemde rakipsiz batı medeniyetini, bilimi, kültürü, bilim ve teknolojisi ile birlikte almaktır”.
“Efendiler! Dünyada her şey için; uygarlık için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir; fendir. İlim ve fennin dışında rehber aramak dikkatsizliktir, bilgisizliktir, yanlışlıktır”derken çağdaşlaşmanın en önde gelen boyutlarını dile getirmiştir.
Şu söylenebilir;Çağdaşlaşma yerine Batıcılılaşma yaklaşımını öne çıkarmak ,Batı’ya,Avrupa’ya özünü yitirmek pahasına Batı buyruğuna girmek anlamındadır.
Bu bağlamda Atatürk’ün söylemi uyarıcı niteliktedir.
6 Mart 1922’deTürkiye Büyük Millet Meclisi’nin açış konuşmasında:” Artık ıslah-ı hal etmek için(durumu düzeltmek/iyileştirmek)mutlaka Avrupa’dan nasihat almak,bütün işleriAvrupa’nın amline(emellerine) göre tedvir etmek(yürütmek/yapmak) bütün dersleri Avrupa’dan almak için bir takım zihniyetten küşayiş buldu(belirdi)Halbuki hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nesayihiyle(nasihatlar/öğütler) ecnebilerin palnlarıyla yükselebilsin?Tarih,böyle bir hadise kaydetmemiştir.”diyordu
Özetle,Atatürk’ün siyaset açısından iki temel özelliğinin öne çıktığı söylenebilir.
Bunlardan birincisi;Birinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra emperyal güçler tarafından Türklere dayatılan teslimiyete karşı “Hayır”cesaretini göstermesi ve bir direnişi örgütleyerek onları denize dökmesi ve çağdaş bir devletin kurucusu olmasıydı.
İkincisi de , Doğu halklarının Batı’nın sömürgeliştirme uygulamaları karşısında tutarlı ve umut verici direnişin zaferle sonuçlandırabileceğini gösterebilmesiydi.
Bu, O’nun evrensel yanı olduğu kadar aynı zamanda oryantalizme verdiği yanıttı.
Azim ve Karar, 06.11.2025