ROMANTİK BÖLÜCÜ
Süleyman Çelik
Bir kesim tarafından Terörist Başı’na seçenek olarak sunulan Selahattin Demirtaş, romantik bir öneri ortaya atınca gündem oldu…
Öncelikle, Terörist Başı’na karşı imiş gibi göstererek sevimli kılmak isteyenlerin savlarının tersine, Selahattin Demirtaş, tüm bölücüler gibi, Bahçeli’nin deyimiyle “Kurucu Lider”ine mutlak bağlıdır. Bunu geçmişte, “zamanı gelecek heykelini dikeceğiz” diyerek ifade ettiği gibi, “Yeni Çözüm(!) Süreci” başladığında, sosyal medyada paylaştığı bir iletisinde “Sayın Bahçeli, Sayın Öcalan ve Sayın Erdoğan’a Allah’tan sağlıklı ve uzun ömür diliyorum” diyerek de ifade etmişti…
Ses getiren, söz konusu yeni yazısında, “Kürt ile Türk kardeştir. Fakat son yüz yılın hataları nedeniyle araya kan girdi, silah girdi, ayrımcılık girdi” diyerek o da suçu Cumhuriyet’e/ Atatürk’e yüklüyor!.. Buna, Kurucu Parti CHP ses çıkarmadığı gibi, CHP’yi destekleyen muhalif medya da bundan hiç söz etmeyerek, günlerdir romantik önerisini öne çıkarıyor:
“Bir otobüs dolusu genç Edirne’den/ İzmir’den, bir otobüs dolusu genç Kars’tan/Diyarbakır’dan gelip Anıtkabir’da buluşup kucaklaşsın…”
Türk ve Kürt kökenli gençlerin, buluşmak için otobüslere binip bu kadar yol gitmelerine gerek var mı?
Türkiye’nin doğusu Kürt, Batısı Türk olarak bölündü mü?
İzmir’de, Edirne’de, Kars’ta veya Diyarbakır’da hem Türk hem de Kürt gençleri var. Bunlar birbirleriyle bulundukları yerde kucaklaşabilirler ve zaten kucaklaşıyorlardır…
Daha geçenlerde Ekrem İmamoğlu, “dünyanın en çok Kürt nüfusuna sahip bir kentin belediye başkanıyım. Kürtçe öğreneceğim” diyerek PKK’lılara göz kırpmadı mı?
Aynı durum İzmir ve başka iller için de söz konusu değil mi?
Meclis’teki PKK’lı vekillerin çoğunun İstanbul, İzmir gibi illerde lüks daireleri, Ege kıyılarında süper lüks villaları yok mu?
***
Ben 81 yaşında, Malatyalı bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyım. Biz Türk, Kürt, Alevi, Sünni bir arada büyüdük. Aynı okullarda okuduk. Aynı sokaklarda oynadık. Ayrımcılık nedir bilmezdik. Kız alıp, verdik. Akraba olduk. Örneğin, kirvem Kürt idi. Kirvelik Doğu’da önemli bir kurumdur. Amca, dayı, teyze, hala kızı ile evlenebilirsin; ama kirvenin kızı ile evlenemezsin. Çünkü kirve çocukları kardeş gibi görülür…
İlkokul 4 ve 5’i Kütahya’da okudum. Halkın büyük bölümü Doğuluların Kürt, Karadenizlilerin Laz olduğunu sanır. Okulda çocuklar bana “Kürt” dediler. “Kürt olmadığımı” söylesem de inanmadılar. İnkâr ediyor, durumuna düştüğümü görünce, “Kürt’üm ulan, ne olmuş?” dedim. Çünkü Kürt olmak bizim için gocunacak bir şey değildi. Bu durum Batı’da da aynıydı. Bu nedenle “Kürt’üm” deyince ne dışlandım ne de aşağılandım. Tersine, sınıfın çalışkanı ve öğretmenimizin de gözdesi olunca aranan bir arkadaş oldum…
Ortaokulda Batı’dan Doğu’ya geldim. Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi Orta 1-A sınıfında, Kürt Abdurrahman ve Süryani Hanna ile aynı sırada oturdum. Sonra ben Diyarbakır’dan ayrıldım. Başka kentlerde öğrenimimi tamamladım.
***
1961 Anayasasının sağladığı özgürlükler sayesinde, Atatürk’ün unutturulmuş olan “antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı” ilkeleri keşfedildi. Sol akımlar seslerini çıkarmaya, emperyalizm karşıtlığı artmaya başladı. Özellikle “Johnson Mektubu*” sonrası Amerikan karşıtlığı yaygınlaştı.
Bunun üzerine emperyalistler, ünlü “böl, vuruştur ve yönet” politikasını yürürlüğe koydular. Böylece “sağ-sol”, “ülkücü-devrimci”, “Kürt-Türk”, “Alevi-Sünni”, hatta “solda fraksiyonlar arası” çatışmalar başladı…
Emperyalistler dünyanın en akıllı uzmanlarını/ bilimcilerini devşirir ve bunları kullanarak her şeyi bilimsel verilere göre yaparlar. Türkiye’yi de iyi incelemişler ve nerede, nasıl, kimleri vuruşturacaklarını iyi bellemişlerdi.
Örneğin, benim memleketim Malatya’da “Alevi-Sünni”, komşumuz Elazığ’da “sağ-sol” çatışması yaratmışlardı.
Malatya’da Kürt kökenli yurttaşlarımızı, sağa/ ülkücülere yönlendirmişlerdi. İçlerinde en ünlüsü “Hamido” lakaplı Hamit Fendoğlu idi. 1965’de Demirel’in Adalet Partisi’nden milletvekili olmuştu ve Meclis’te TİP milletvekillerine en çok saldıran kişiydi. Daha sonra Malatya Belediye Başkanı oldu. Kahramanmaraş’ta Alevi yurttaşlarımıza saldırıların yaşandığı 1978’de, bombalı paketle öldürülerek olayların Malatya’ya da sıçraması sağlandı!..
1980’de hem ziyaret hem seyahat diyerek Almanya’ya, akrabalarımızın yanına gitmiştik…
Diğer Haçlı emperyalistler gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkmaya çalışan Almanya, TC karşıtlarını(!) sığınmacı olarak kabul ediyordu. Hazır (matbu) dilekçeler vardı. Kendi tanımına göre Kürt, Alevi, sosyalist, dinci vs. olduğunu söyleyenler, kendilerine uyan dilekçeyi imzalıyor, ücret almayan bir avukata da vekalet veriyor ve ülkeye giriyordu. Vatandaş dilekçede ne yazdığını, neyi imzaladığını bilmiyordu. Çünkü dilekçe Almanca idi. İşi insan kaçakçıları organize ediyordu. Neler yazdığını elbet siz tahmin ediyorsunuz: “etnik kökenim, inancım ya da düşüncelerim gibi nedenle Türkiye’de baskı altındayım; tutuklandım, işkence gördüm, yaşamım tehlikede vs…
Akrabamızın, başta hemşerilerimiz olmak üzere, dostları bize “hoş geldin” demeye geliyorlardı. Bir gün 20’li yaşlarda bir genç geldi. Hemşerimiz imiş. Kendisini “Atatürk” olarak takdim ettiler. Atatürk’ü çok seviyormuş. Hep Atatürk’ten söz ettiği için arkadaşları kendisine Atatürk adını takmışlar. Onun da bundan çok mutlu olduğu görülüyordu. Konuşurken sığınmacı olduğunu ve Kürt kökenli olduğunu öğrendim. Türkiye’den şikâyeti olmadığı gibi, tersine özlemini dile getiriyor ve benden özlemleri hakkında bilgi almak istiyordu!…
***
1989’da profesör olarak çalıştığım Gülhane’den ayrılarak 0ndokuz Mayıs Üniversitesi’ne geçtiğimde, 30 yıl önce Diyarbakır’da aynı sırada oturduğum sınıf arkadaşım Kürt kökenli Abdurrahman ile Samsun’da karşılaştım ve kucaklaştım. O da İstanbul Hukuk’u bitirmiş. Yedek subaylığını yaptığı Samsun’da evlenmiş ve buraya yerleşip serbest avukatlık yapmaya başlamış…
Yazları Samsun’un neminden rahatsız olunca, birkaç yıl önce Fethiye’de, bin rakımlı bir orman köyüne taşındım. Burada kiminle karşılaşıp kucaklaştım, biliyor musunuz? Yüklenicilik yapan Kirvemin oğluyla! Bu çevrelerde yazlık villalar yapıp satıyormuş…
***
Yani dostlar, romantizme gerek yok! Kürt’ü ve Türk’ü buluşturup kucaklaştırmak için otobüslerle taşımak vb. söylemlere kanmayın. Biz her zaman birbirimizle kucaklaşırız. Yeter ki Atatürk zamanındaki gibi emperyalistleri, ajanları ve uşakları ile birlikte yurdumuzdan atalım. En azından yurdumuzda serbestçe at oynatmalarını engelleyelim!..
Emperyalistler tarafından dizayn edilmiş iktidar ya da muhalefete mensup politikacılar, “40 yıldır akan kanı durdurmaktan” söz ederek emperyalistlerin planını halka kabul ettirmeye çalışırken, aslında kendi acizliklerini ifade ediyorlar. Aynı emperyalistler tarafından kışkırtılan, buna benzer 10’a yakın kalkışma Atatürk zamanında da oldu. Koşulların ve olanakların günümüzdekilere göre çok elverişsiz olmasına karşın, hepsi birkaç ay içinde tepelenip bitirildi. Çünkü o zaman başımızda dizayn edilmiş politikacılar değil, bir DEVLET ADAMI vardı!..
* Johnson Mektubu: 24 Aralık (Noel) 1963’te, Kıbrıs’ta Rumlar Türklere saldırarak soykırım başlattılar.
Bunun üzerine Türk Hükümeti, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ile ilgili Zürih ve Londra Antlaşmalarına göre garantör olarak olaylara müdahale etmek isteyince, ABD Başkanı Johnson, Başbakan İsmet İnönü’ye bir mektup yazdı. Mektupta, müdahaleye karşı olduklarını bildirerek, “bizim verdiğimiz silahları iznimiz olmadan kullanamazsınız” deniyordu. İsmet İnönü buna, “o zaman dünyada yeni bir düzen kurulur. Türkiye’de orada yerini alır” yanıtını verince, hemen iktidardan düşürüldü. Rockefeller Bursu ile gittiği Amerika’da Johnson ile çektirdiği fotoğrafı göstererek AP’nin başına geçmiş olan Süleyman Demirel Başbakan oldu!..
Azim ve Karar, 04.11.2025