ÖZDEŞ’İN ANIMSATTIĞI

ÖZDEŞ’İN ANIMSATTIĞI
24 Aralık 2025 13:36
2
A+
A-

Cem Gürdeniz amiralin paylaşımıyla öğrendik üçüncü kuşak, Ahmet Müfit’in sonsuzluğa göçtüğünü.

Türk hariciye geleneğinin tükenmeye yüz tutan adlarından biriydi.

Bir o kadar önemlisi Cumhuriyet neferi olmayı ilerleyen yaşında da sürdürmesiydi.

Büyük dedesi Hamit Naci’nin adını taşıyan Mavi Vatan Vakfı kurucusu olmayı göze alması bir örnektir.

Anısı önünde saygıyla eğilmek görevdir.

Anısı ve adı bu dünyada bıraktığı derin izle unutulmazlar arasına girmiştir.

Özdeş soyadı belleğimi devindirdi.

Dede Lütfü Müfit Atatürk’ün silah arkadaşıdır.

Atatürk yaşam öykülerinde değinilen sürgün arkadaşıdır aynı zamanda.

Yıl 1905.

Yer Şam.

Mustafa Kemal Lütfü Müfit ikilisi Şam’da konuşlu 5. Ordu’da görev başı yaparlar.

Gördükleri gündüz ve gece kadar zıtlık içermektedir.

Güneş batınca, Osmanlı ordusu bambaşka bir kimliğe bürünür.

Devleti dış saldırılardan korumakla yükümlü ordu iç güvenlikten de sorumludur oysa. Gün batımıyla birlikte ordunun “işe” çıktığını görürler. Çevredeki köyler, kasabalar basılır. Orada yaşayanların değerli eşyaları zorla ellerinden alınır ve yukarıdan aşağıya rütbe sırasıyla dağıtılır. Bir tür ganimet paylaşımı söz konusudur.

Oysa, ortada bir savaş sonucu ele geçirilmiş değerler yoktur.

Ordu, güvenliğinden sorumlu halkın varlığına çökmektedir.

Doğal olarak, bu kolektif suça herkesin ortak olması beklenmektedir. Böyle durumlarda suça katılmayan ama tanık olan her zaman için istenmeyen durumdur.

Mustafa Kemal, Lütfü Müfit’e “Biz bu işlerin içinde olamayız” diyerek tutumunu belirler. Çünkü o yarının adamıdır. Daha o yıllarda Türkçe alfabeye geçişin ve belki de Cumhuriyeti kurmanın planlarını yapmaktadır.

Bu ibretlik olayı kıssa sayarsak iki hisse çıkarabiliriz.

Birincisi, her koşulda ve her durumda temiz kalmak önemlidir ve olasıdır. Neredeyse koca ordunun katıldığı kirli işten bağışık kalmanın olası olduğu ikilimizce ortaya konmuştur.

İkincisiyise, ezbere dönüşmüş olan bir saptama konusunda hiç olmazsa bir değerlendirme yapma gereğidir.

“Birinci Dünya Savaşı’nda Araplar bizi arkadan vurdu” sözü çokça dolaşır ortalıkta. Bu söze inanan sayısı da az değildir.

Yaşananlara bakılırsa emperyal güçlerle işbirliği içinde olan Arapların bu sözü doğruladığı ve bölgede cetvelle çizilen sınırların önünü açtığı düşünülebilir. Bu saptamanın Araplara karşı bir nefret doğurduğu da gerçektir.

Şeytanın avukatlığını yapmak gerekirse, Osmanlı milletinin bir parçası olan Arapların bu olumsuz deneyimi büyük savaştaki tercihlerini etkilemiş olabilir mi?

1905 yılında Şam’da Osmanlı ordusunun sergilediği eylemleri öğrendiğimde imparatorluğun daha o zaman yıkılmış olduğunu düşünmüştüm. On yılı aşkın süre daha dayanmış olması Osmanlı’nın hünerinden çok paylaşım heveslilerinin anlaşmazlığı kaynaklıydı.

Bu örnekten de anlaşılacağı gibi Cumhuriyet tertemiz, lekesiz insanların eseridir. Belki de öyle olduğu için üç çeyrek yüzyıldır çabalanmasına karşın yıkılamamıştır.

Özdeşlerin ve elbette başta kurtarıcı, kurucu ve devrimci Mustafa Kemal’in yüce anısı önünde saygıyla eğilerek…

Bu da yetmez!

Değerli emanetlerine var gücümüzle sahip çıkmak için ne gerekiyorsa yapmamız dileğiyle değil zorunluluğuyla…

ETİKETLER: