AKLINIZA ŞAŞARIM

Ceyhun Balcı
- Mutlaka iktidarda kalmak isteyen ve buna zorunlu olan bir tekilliğin partisi
- Yüz yıldır emperyal maşası olmanın ötesine geçemeyen bir etnik feodal yapı
- Büyük orta doğu projesini Türkiye’yle taçlandırmaya kararlı azgın batı
- Üç çeyrek yüzyıldır krize girmeye doyamayan, hazırdan yiyici, yağmacı, talancı yönetim anlayışının ekonomik bakımdan içine düştüğü dipsiz kuyu.
Lozan’ın sonunda istediklerini listelediği kâğıdı katlayıp cebine koyan emperyal için arayıp da bulamadığı fırsatı buldu.
Türkiye, tüm zamanların en kötü yönetimi altında bu şekilde okkanın altına gitme noktasına sürüklendi.
Yugoslavyalaştıramazsak, Lübnanlaştırırız dediler.
Bunu da Lübnan kökenli yeni ABD elçisi Barrack’a söylettiler. Çok iyi Türkçe bilen ve güler yüzü eksik etmeyen bu kişi emperyale hizmeti görev bilenlerin övgülerini almakta gecikmedi.
“Osmanlı milleti yöntemi Türkiye için iyi olur!”
Destan yazmaya doyamayan Osmanlı atalarımız Islahat Fermanı (adı ferman olsa da siz onu batılının buyruğu olarak okuyun) sonrasında Lübnan’da yaşama geçirdiği birlik görüntülü bölünmüşlük bugün de varlığını sürdürüyor. Her ne kadar Osmanlı tarihe karışsa da bir eseri Lübnan’da dimdik ayakta.
Lübnan’da Cumhurbaşkanı Maruni Hıristiyan olmak zorundadır.
Başbakanlıksa Sünni Müslümanlara aittir.
Şiiler parlamento başkanlığı düşü görebilir ancak.
Hıristiyanlığın diğer mezheplerine de farklı kurumlarda yardımcılıklar düşer.
Parlamentoya da dinsel ve mezhepsel farklılıklara göre belirlenmiş kotalar doğrultusunda girilir.
Bu nedenle Lübnan’da bizim bildiğimiz anlamda bir milletleşme hiç gerçekleşmemiştir. Ümmetleşmedir Lübnan’da Osmanlı’dan başlayan, manda döneminde süren ve sözde bağımsızlıktan sonra da korunan. Lübnan’ın iç savaşa sürüklenmesinin de İsrail’in şamar oğlanına dönüşmesinin de altında yatan bu bölünmüşlüktür.
Barrack’ın Osmanlı güzellemesi hem bir bölünmüşlük yaratmak hem de bizim iktidarımızın gururunu okşamak bakımından bir taşla iki kuş vurmayı amaçlamıştır. Bölünmeyi yalnızca sınırların yeniden çizilmesi olarak algılamak büyük hata olacaktır. Sınırlar değişmeden de bölünebilir bir ülke. Şu anda, girilen yol böyle bir bölünmeyle sonuçlanabilir.
Dikkat edilirse son zamanlarda söze Türk, Kürt, Arap üçlemesiyle başlayanların sayısı geometrik olarak artmıştır.
Bu üçlemede yol alınırsa başka eklemeler yapılması güçlü olasılıktır.
Ne de olsa, ne kadar bölersen o kadar küçültürsün, ne kadar küçültürsen o kadar kolay yutarsın!
Emperyalizmin bu hiç değişmeyen ilkesi yerelleri onurlandıracak motiflerle bezenirse ve bir de “toprak kazanıyorsunuz”, “bölge halklarına ağabeylik edeceksiniz” türünden pohpohlamalarla desteklenirse son açılımdan “şapkadan tavşan çıkartmaya” benzer bir algı yaratmak olanaklı kılınabilir.
Kısa erimde kazanç sağlayıcı görünen bu kurgunun orta ve uzun erimde benzer çekicilikte olmayacağı tarihte yaşananlarla kanıtlıdır.
Sonuçta, bugün bu kurguyu coşkuyla karşılayanların uzak olmayan gelecekte başlarına gelecekler karşısında onlara “aklınıza şaşarım” demek görevi bize düşüyor.
Onları düşündüğümden değil ama kanla, canla ve binbir emekle kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’ne tutkulu bağlılığımdan…
Azim ve Karar, 13.07.2025